Kibir, insanın kendisini layık olduğundan büyük görmesi, başkalarını ise kendinden küçük görerek gururlanmasıdır.
 Bu kötü huy, insanların birbirini sevmesine ve birbiriyle kaynaşmalarına engeldir.
Kendini beğenen kimseyi Allah sevmediği gibi insanlar da sevmezler.
Yüce dinimiz ahlaki güzellikler manzumesidir.
 Dinimizin emretmiş olduğu güzel ahlak esaslarından biri de tevazudur.
 Tevazu kibrin zıttı olup alçak gönüllülük, kendini olduğundan daha aşağı görmektir.
Allah (CC) Kuranı Kerim’de alçak gönüllü olmayı sürekli öğütlemiş, gurur ve kibri ise yasaklamıştır.
“Şüphesiz, Allah kibirlenen ve övünen kimseleri sevmez.” (Nisa Suresi, 4/36)
“Yeryüzünde böbürlenerek yürüme, çünkü sen yeri asla yaramazsın, boyca da dağlara asla erişemezsin.” (İsra Suresi, 17/37)
“Küçümseyerek surat asıp insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme!
 Çünkü Allah hiçbir kibirleneni, övüneni sevmez.”(Lokman Suresi, 31/18)
Yine bir hadiste;
 
 “Bir kimse Müslüman kardeşine alçak gönüllü davranırsa, Allah o kimsenin şerefini yükseltir. Kim de Müslüman kardeşine kibirlenerek davranır, büyüklük taslarsa Allah da onu alçaltır” denilmektedir.
O halde bizler, iyi bir insan olmak istiyorsak, mütevazı ve alçak gönüllü olmalı, her türlü gurur ve kibirden sakınmalıyız. İnsanlara temas edebilmenin, onlara dokunabilmenin anahtarı budur.
Denildiği gibi, elini uzatarak gökteki yıldızları tutsan ve başın göğe değse bile, sonunda sen yine yerdesin.
Bugün bu konu ile ilgili sizlere bir hikâye ve bir fıkrayı anımsatmak istiyorum. Hikâyemiz Hz. Mevlana’nın Mesnevisinden; “Kendini beğenmiş bir gramer (nahiv) bilgini, boğazdan karşıya geçmek için bir kayık kiraladı ve kurumla oturdu yerine. Kayıkçı, olgun ve alçak gönüllü bir insandı.
Hiç ses çıkarmadan küreklere asılıyor, yolcusunu sağ salim karşıya geçirmek ve üç beş kuruş kazanmak istiyordu. Denizin orta yerine geldikleri sırada Bilgin küçümser bir eda içinde sordu: -Sen hiç gramer okudun mu?
Dil biliminden anlar mısın?
Kayıkçı;
Hayır efendim dedi, ben cahil bir kayıkçıyım, dediğiniz şeylerden hiç anlamam.
Vah vah dedi Bilgin, ömrünün yarısı boşa geçmiş!.
Böyle bir süre ilerledikten sonra rüzgâr şiddetini artırmaya, dalgalar büyümeye başladı.
 Denizde fırtına çıkmış, Bilgin korkmaya başlamıştı. Kayıkçı olağanüstü bir güçle kurtulmaya, sağ salim karşı kıyıya geçmeye çalışıyordu.
Gördü ki artık kurtuluş ümidi yok,
 Bilgine dönüp sordu: -Efendim, yüzme bilir misiniz?
Bilgin; Ne yazık ki bilmiyorum diye inledi.
O zaman kayıkçı; Vah vah dedi, şimdi ömrünün hepsi boşa gidecek! Keşke gramer bileceğinize benim gibi yüzme bilseydiniz de canınızı kurtarsaydınız.
 
Fıkramız da Nasreddin Hocamızdan; Akşehirliler bir gün Hoca’ya takılır ve sorarlar.
Hocam senin evliyalar katında ulu bir kişi olduğun söylenir asli var mıdır? Hoca’nın böyle bir iddiası elbette yoktur ama bir kere soruldu ya cevaplar; -Her halde öyle olmalı.
-Böyle kişiler zaman zaman mucizeler göstererek bu özelliklerini herkese kanıtlar.
Hoca madem kabullendin göster bir mucize görelim!
Hoca; Pekala simdi size bir numara yapalım der karşısında durmakta olan çınar ağacına; Ey ulu çınar çabuk yanıma gel!.
Tabii ne gelen ağaç var ne giden. Hoca yürümeye baslar ağacın yanına varır.
Akşehirliler; Ne oldu Hoca ağacı getiremedin, kendin oraya gittin! Diye gülünce,
Hoca; Bizde kibir yoktur, dağ yürümezse abdal yürür der.
***
Yazdığım hikâye ve fıkralar tamamen gelişine kullanılmış yazılardır. Gerçek kişilerce hiçbir ilgisi yoktur. Telifi kısmı anonim olmakla birlikte, verilmek istenilen kıssadan hisse tamamen bana aittir.
Şimdi benim kendi yazabileceğim binlerce kelime, binlerce cümle var iken, neden bu hikâyeleri alıp buraya koydum kısmına gelince de.
 Bazen isteseniz de yazamazsınız. Çünkü kamuya mal olacak yazıları kaleme alırken dikkat etmeniz gereken şeyler vardır.
Bende bu hafta sonunda biraz tembellik yaparak anlatmak istedikleri, eski zamanlarda anlatan değerli Mevlana ve Nasreddin Hoca’dan alıntı yapmayı yeğledim.
Kalın sağlıcakla.
Sevgi ve Saygılarımla..
Günün Sözü: Ben Söylediklerimden Sorumluyum Anladıklarınızdan Değil!