Ku'üd kökünden türetilmiş OTURMAK anlamında Arapça bir kelime.

 Bizdeki yaygın kullanımı ile EMEKLİ.

Ancak burada oturmaktan maksat artık HİÇBİR İŞ yapmayan ve sadece EVDE OTURAN anlamında kullanılsa da çoğu kez böyle olmuyor.

Üretim ve iş hayatında çalışıldığı süre boyunca kazanılan GELİRİN bir kısmı devlete verilir ki üretime katkıda bulunamayacak YAŞA veya SAGLIĞA gelindiğinde ONURLU ve İNSANCA bir hayat sürdürecek ÜCRET alınabilsin.

Böylece günü geldiğinde PRİM ÖDENEN devlet tarafından MAKUL (Akla uygun) bir MAAŞA bağlansın.

Bugün Türk-İş verilerine göre güncel rakamlarla (Haziran 2024) AÇLIK SINIRI 18,978 TL, YOKSULLUK SINIRI ise 61,820 TL'dir.

RAKAMLAR böyle iken faal iş hayatında olmayıp da evinde oturanlara, aldıkları ücretle ONURLU bir hayat sürdürmesi istenenler adına YASAMA ve YÜRÜTME erkini elinde tutanlara birkaç soru sormak istiyorum.

Siz YASAMA YETKİSİNİ kullananlar, KANUN YAPARKEN Yasal olarak tespit ettiğiniz açlık sınırının bile yarısı olan bu rakamlarla İNSANCA ve ONURLU bir hayat yaşamayı hangi VİCDAN ve AKIL ile kararlaştırdınız?

Siz YÜRÜTME YETKİSİNİ kullananlar, kamu gelirini ADİL ve İNSANCA PAY ederken nasıl bir İNSAF ve VİCDAN sahibisiniz?

Bu kararı veren YETKİLİLERİN aylık gelirinin KÜSURATI emekliye verilen maaşın YEKÜNUNDAN daha fazla olması hakkaniyet ve adalet duygusunu örselemiyor mu?

Bugün itibarıyla emekliye ödenen maaşın bir HAK değil de verilen bir LÜTUF olduğunu düşünen zihniyette sizce de bir sorun yok mu?

Emeklilere verildikleri maaşı DEVLET bütçesine YÜK oluyor diye BAKAN bir zihniyetin, ADİL ve İNSANİ olduğu konusunda büyük şüphelerimiz var.

Unutulmamalıdır ki emekli maaşı KAMU YARARINA verilen bir HİBE değil KAZANILMIŞ HAKTIR.

Kapitalist sistemlerde EMEĞİ ÜCRETLENDİRME POLİTİKASI “Eli başına yetmesin ama ACINDANDA ÖLMESİN” olduğundan, daha fazla çalıştırarak daha çok üretime katkı (kar elde ederek) sağlamanın yolu olarak görülmektedir.

Hal böyleyken hazır ÇALIŞANLARINA bu şekilde BAKANIN zihniyeti, artık üretmeyen ve OTURANLARI nasıl göreceğini varın siz hesap edin.

Çünkü emekli olanın ne meyvesi nede bir çiçeği var, onlara sadece kurumuş bir yaprak gözüyle bakılmaktadır.

Sistemin ve zihniyetin bakış açısını değiştirmeden ADİL bir DÜZEN kurulamayacağının farkına varılmalı, özellikle YENİ ANAYASA çalışmalarının yapıldığı bu günlerde EMEK/SERMAYE denklemi yeniden gözden geçirilmelidir.

Bir Anayaysal öneri: HİÇBİR ÜCRET AÇLIK SINIRININ ALTINDA OLMAZ.

İki kelam da EMEKÇİ olanlara söyleyelim.

Öncelikle hazırda çalışanların bir gün kendilerinin de EMEKLİ olacaklarını, bugün yaşananların yarın kendi başlarına da geleceğini düşünmeleri bundan dolayı da konuya daha ilgili ve duyarlı olmaları gerekir.

Meşhur sözde olduğu gibi “HAK verilmez ALINIR” ise bu hakkın alınmasında ilk ve en önemli GÜÇ toplumun kendisidir. TOPLUMUN TOPLU hareketi bu hakkı elde eder.

Kitlelerin resmî kurumlara karşı mücadelesi ancak STK (Sivil Toplum Kuruluşları) ile olur.

Bir satırla da emeklinin kendisinden söz edelim.

1970 yılında kurulan TÜED’in (Türkiye emekliler derneği) çok da MASUM olmadığını düşünüyorum.

Zira toplamda 16 milyondan fazla emeklinin olduğu ülkemizde güncel rakamla 900 bin üyesi varsa bu şu anlama gelir, Dernek yöneticilerinin işini iyi yapmadıklarından dolayı emeklilerin de onlardan ümidini kestiğini gösterir.

Sözlerin en güzeli ile tüm yazıyı özetlersek” Şüphesiz Allah size emaneti ehline vermenizi ve İNSANLAR ARASINDA HÜKMETTİĞİNİZDE ADALETLE HÜKMETMENİZİ EMREDİYOR” (Nisa 58).

Son söz: Şerefi ile AYAĞA KALKMAYANLAR onuru ile OTURAMAZLAR.